Mustafa
AKTAŞ'ı Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:
Bir Yoldaşı anlatıyor: Emekçi, Mütevazi,
Samimi...
Mustafa Yoldaşı, Ankara Dev-Genç içerisinde
çalışırken tanıdım. '89-90 döneminde, hareketimizin atılımının getirdiği
coşkunluk ve örgütlenmede atılan somut, ileri adımlarda kendisini yenileyen, samimi,
istekli, harekete, yoldaşlarına sımsıkı bağlı bir yoldaşımızdı. Hacettepe Üniversitesinde
okuyordu. Ama ne kişisel özellikleri ne de fiziksel görünüşüyle, Mustafa'ya öğrenci
denilemezdi. Mütevazi, saygılı, emekçi pek çok
özelliğiyle tam bir halk adamıydı. Genç yaşına rağmen fiziksel olarak
saçlarının dökük ve beyazlaşmış olması nedeniyle Mustafa'ya "ihtiyar-dayı"
diye seslenirdik. Bundan hoşlanır, bizlere babacan davranırdı. Sahiplenİşi, sadeliği, ağır ve yumuşak yaklaşımına rağmen
yeri gelince ortaya koyduğu radikal tavırlarını ve öfkesini unutmak mümkün
değil.
Bilinci ve yüreğiyle her zaman daha ileri görevlere
hazır bir yoldaşımızdı. Ama sessizce, kendisini pazarlamadan, dürüst, tutarlı,
samimi yaklaşımlarıyla attı adımlarını. Uzun boylu, kilolu oluşu nediniyle ağır ağır iş yapar, dolaşır,
Mustafa için "demokratikten başka yerde yapamaz" derdik. Ama o,
hepimizi utandırdı. Parti'ye ve halka, şehitlerimize ve yoldaşlarımıza içtenlikle
bağlılığı, Mustafa'nın fiziksel engellerini dahi hızla aşmasını sağladı.
1991'de Emperyalist savaş döneminde tutuklandı.
İhtiyar dayımız, Mustafa'mız sessizliğini bozan, eğitim çalışmalarında
seminerler veren, yine emekçi, yine mütevazi, samimi
bir yoldaşımızdı. Ağır davranmasını aşmak için işlere koşar, bu yönünü açıkça
eleştirir, üzerine giderdi. Cezaevinden tahliye olduktan sonra, Ankara'da yeni
açılmış olan Devrimci Gençlik Dergisi'nin Ankara Temsilciliği görevini
üstlendi. Büroyu kurumlaştırma, gençlik örgütlenmesini daha da geliştirme
konusunda enerjisini sonuna kadar kullandı.
1992 yılı içinde sessizce çekildi Mustafa.
Yokluğunda hep saygıyla, özlemle, sempati ve espriyle anıldı. Sivas Imranlı'lı Mustafa, Sivas'ın dağlarında Halk Kurtuluş
Savaşçısı olmuş, "ihtiyarlık", "ağırlık" gerilerde
kalmıştı. Pir Sultanların ölmediği, binlerin yetiştiği Sivas'ta yeni bir tohum
oldu Mustafa. Onu saygıyla anıyor, Halk Kurtuluş Savaşımızda Yaşatacağımıza And İçiyoruz.
(Bu anlatım Zafer Yolunda Kurtuluş dergisinin 10 Şubat 1996 tarihli
31. sayısında yayınlanmıştır.)
***
Mustafa AKTAŞ'ı
Yoldaşları Anlatıyor:
"Ya
hep beraber ya da hiç birimiz."
Bugün şehit düştüğün haberini aldık Mustafa Yoldaş.
Parti-Cephe'mizin adını Sivas dağlarına kazımışsınız.
Ben Mustafa Yoldaşı Dev-Genç'li olduğumuz günlerden
tanıyorum. Devrimci gelişimimizin ilk basamaklarında yan yanaydık. Sakin,
sessiz, ağırbaşlı, sabırlı kişiliğiyle, sıcaklığı, yoldaşlarını sahiplenişi ile
aklımızdadır Mustafa.
Bir açılış şenliğinde yan yanaydık. Sakin, sessiz.
Çevik, DAL'ın işkencecileri
ve diğer ipini koparmış itler açılış şenliğini başlatacağımız alanı doldurmuş,
gözdağı verip açılışımızı engellemeye çalışıyordu, O güne kadar polisin
varlığına rağmen yapılan bir eylemlilik örneğinin olmadığı kampusümüzde
korkuyu kırma kararını alırken her zamanki gibi sakindi Mustafa. "Tabii,
yapmak lazım" sözleri hesapsız bir bakışın, anlayışın da ürünüydü. "Yapmak
lazımdı. İt sürüsü saldırsa da
tehdidine boyun eğmemek lazımdı. Eğilmedi. Tıpkı Sivas dağlarında tankıyla,
topuyla gelen düşmana boyun eğilmediği gibi...
O gün bizim ilk işimiz pankart asmaktı. Pankartımızı
astığımızda düşmanın saldırıya geçtiğini gördük. Eyleme başlamadan bir
kararımız vardı: "Ya
hep beraber ya da hiç birimiz." İşkencecilerin birinin başına
çullanıp gözaltına almaya çalıştığını gördüğünde gözaltına alınacağını bile bile arkadaşın üstüne atılmakta bir an bile tereddüt
etmemişti Mustafa. İşkenceciler onu tam dört kez tanımadığı arkadaşın üstünden
bir kenara fırlatmış, Mustafa kaçmak yerine tekrar tekrar
arkadaşı kurtarmak için üstüne atılmış, sonunda o da alınmıştı. Çevik kuvvet
otobüsüne kargatulumba atıldığında baş eğdirmek istemeleri de boşunaydı
Mustafa'ya. İşkencede tek bir söz almaya çalışmaları da...
Birtan şehit düştüğünde
dışarıdaki yoldaşlar bize Birtan'ın annesini anlatmıştı.
Birtan, Mehmet şehit düştüğünde taş toplayan
fotoğrafını evlerine asmış ve Kazım Çakmakçı'nın
cezalandırılışını anlatmıştı. Annesi çok yaşlı bir kadın... "Mehmet'in
katilini bulan Devrimci Sol, benim oğlumun hesabını da sorar" diyormuş.
Hep Birtan'ın annesinin güvenine layık olmak aklımda olmuştu
bugüne kadar. Devrimcilik yapmakta kararlı olmak, direngen olmak, Parti'ye,
yoldaşlarına sevgi duymak yetmiyor tek başına. Bunlar da önemli elbette ama
hesaplaşma gününü bir gün daha yaklaştırmak için çok daha titiz, çok daha
ısrarcı olmak gerekiyor. Kendinle yetinmemek, kendini, düşmanı vuran bir silah
olarak kavrayıp en iyi vuruşu yapan silah halini almak için uğraşmak için.
Senin şehit düştüğün haberini alınca tuhaf ama benim aklıma Biksi
silahın geldi İlk olarak. Biksi kullandığını
biliyordum. Ama Biksi kullanmasını ben bilmiyordum.
Elimdeki askeri eğitim notların aklıma geldi... Şehitlerin ardından ne söylense
az belki... Ama ben artık bir tek şeyi biliyorum: Zafere ulaşmadıkça ve zafere
ulaşacak şekilde çalışmadıkça, size layık olmak mümkün değil. Şu an içimde
korkunç bir öfke var. Cezaevinde olmayı böyle günlerde hazmetmek mümkün değil.
Sizi yan yana dizilmiş görünce elimde silahımın olmasını, sizi yan yana
dizenlerin oniarcasının leşini yan yana dizmeyi
hiçbir şeyi istemediğim kadar İstedim. Cephe'nin, yoldaşların katillerin
peşinde olduklarını da biliyorum ama içim soğumadı bir türlü. Şimdilik yalnızca
söz veriyorum. Biliyorum ki Parti'miz size layık. Ben de layık olacağım ve
düşman sizi katlederek öfkemizi büyüttüğüne pişman olacak. Yarın belki topluca öleceğiz.
Öyle çok ve kolay. Halkımızın yüzer yüzer göçüklerde, depremlerde, iş kazalarında ve
işkencelerde katledildiği bir ülkede bir yanıyla bu zafere gidişte en doğal en
zorunlu şey. Ama biz dökülen her damla kanımız, her damla gözyaşımız için
kanımızın üstünde sefa sürenlere kan kusturacağız. Unutmayacağız. Unutturmayacağız.
***
Bir Yoldaşı Anlatıyor: Onur oldu Sivas'a
Mustafa'nın şehit düştüğüne dair haberi tutsaklık
koşullarında alıyorum. Sivas'ta bir çatışma olduğunu öğreniyoruz TV'den.
Verilen haberlerden şehit düşen yoldaşlarımız olabileceğini düşünüyoruz. İki
gün sonra günlük basında isimler yayınlanıyor. Canımızdan can yoldaşımız!
Öfkeyle sıkılıyor yumruklarımız. Gazetede "Mustafa Aktaş,
Sivas-İmranlı doğumlu..." diye okuyor bir yoldaşım. Demek dağlarından
getirip, büyük kent varoşlarında büyüttüğü sevdasını yine tanıdık, dost kırlara
taşımış Mustafa. Şaşırıyor muyum? Hayır! Yakışmışsın. Yerinde kır gerillası
olmak çok yakışmıştır Mustafa'ya diye düşünüyorum.
Ama alışılmıyor ölüme! Ne kadar çok ölüm haberleri
alsak da ve daha da alacak olsak da alışılmıyor ölüme!
Mustafa yaşıyor. Onun dağların şahanı
olarak, o sıcak tebessümüyle dolaştığını biliyorum. Mustafa sıcak ve içten bir
gülüştür. Onu hep yüzündeki tebessümle hatırlarım. Onu tanıyan herkese mutlaka
tebessümünden bir parça bırakmıştır.
1987-90 yılları arasında hep birlikte çalıştık
Mustafa'yla. Dev-Genç ruhu, kararlılığı Mustafa'da. Ama
o öyle sade ki. Onu tanımayan sadece görünüşüne aldanarak hep gençlikte çalışan
biri olarak değerlendirmezdi. Kendine özgü duruşu, davranışlarıyla halktan
biriydi o. Büyük kentin alışkanlıkları bulaşmamıştı ona. Görünüşüne aldanıp onu
bir polis diye düşünenler de çıkmıştır. Oysa onun bir tebessümü hemen yıkıverir
kafalardaki olumsuz yargıyı. İnsanlar utanır, olumsuz düşündüklerinden.
Devrimci Gençlik dergisinde
muhabir olarak çalıştığı dönem. DLMK'lıların bir eylemini görüntülemeye
gider. Onu tanımayan yeni bir arkadaş, polis diye düşünerek arkadaşlarına kim
olduğunu sorar. Az sonra da coşkusuna tanık olacaktır. Mustafa muhabir olarak
oradadır ama Dev-Genç coşkusu ağır basar. Liseli arkadaşlar slogan atarken o
bir yandan fotoğraf çekiyor, diğer yandan da sloganlara eşlik ederek seslerine
ses katıyordur.
Fizik mühendisliği bölümünde okuyan birçok insan
onun saygın kişiliği, olgunluğu, paylaşımcılığı ve yardımseverliğine
hayranlıklarını sık sık dile getirirlerdi.
Sessiz sakin görüntüsü altında alabildiğine
düşünceliydi. Oldukça ince düşünürdü. '89 yılında İstanbul'da Dev-Genç'in 20.
kuruluş yıldönümünü kutlama gecesi düzenlenmişti. Bizim okuldan birçok arkadaş
geceye gitmek için hazırlanıyor. Ben hariç hemen hemen
bütün arkadaşlar gidiyorlar o geceye. Bir aksilikten dolayı ben gidemiyorum.
Döndüklerinde de büyük bir coşkuyla anlatıyorlar arkadaşlar geceyi. Mustafa'da
var. Coşkusunu, mutluluğunu yine sadece gülen yüzüne yansıtıyor. Ve gecede
hediye olarak aldığı Dev-Genç mendilini uzatıyor. Çok mutluyum ince düşünceli
yoldaşım.
Yoldaşlarına gelecek her türlü tehlikeye karşı
durur, ileriye atılırdı. Okulda bir forum sonrası dağılıyoruz. Jandarma
saldırıyor ve bizleri ayırıp almaya çalışıyor. Mustafa hiç tereddütsüz jandarmanın
yakalamaya çalıştığı iki yoldaşımızı çekip alıyor. Ama bu kez de kendisi
gözaltına alınıyor.
Birgün olsun küçük büyük iş
ayrımı yaptığına, yakındığına tanık olmadım. Yaşamındaki sakinliği, olaylar
karşısındaki sakinliğine de yansırdı. Ankara'da üniversite gençliğinin 1.
gençlik şurası'nın protesto eylemindeyiz. Mustafa da var.
Polis çıkışta saldırdı ve bahçede bizi sardı. Bu arada benim ayakkabım çıkmış,
polis tarafından başka bir köşeye çekilmişim. Dönüyorum tam karşımda Mustafa.
Olanca şahinliğiyle hiçbir şey söylemeden ayakkabımı bulmuş gülerek bana
gösteriyor. Ve giymem için gönderiyor.
Ankara Dev-Genç'in ihtiyarıdır o. Saygı ve sevgiyi
büyütür ezgili yüreğinde. Bunu sağlayan olgunluğu, yerinde ve zamanında doğru
davranmasını bilmesidir. "İhtiyar" görüntüsünün altında çocuk kadar
saf, temiz bir yürek taşır. İnsanın kendini yanında güvende hissettiği,
tereddütsüz, kaygısız rahat olduğu bir yoldaşıdır.
O, onur oldu Sivas'a. Onur oldu bizim için. Şehit
düşüşüyle yolumuzu aydınlattı. ...(bir kelime okunamadı) kırlarda, Sivas
dağlarının şahanı olarak yüreklerimizde, bilincimizde
ölümsüzleşti. Özgür günlere olan inançla taşıyoruz gülüşünü...
***
Bir Yoldaşı Anlatıyor:
«dağlarda
savaşmak istiyorum"
Mustafa yoldaş; '87'de örgütlü mücadeleye katıldın.
Her zaman az konuşan ama öz konuşan, sabırlı, küçük-büyük iş ayrımı yapmadan
her işe, her eyleme koşan mütevazı bir kişiliğe sahiptin. "DEV-GENÇ'li olmak bir onurdur" dedin. Bu onura layık
olmasını bilenlerdendin. Uzun boyun, genç yaşına rağmen, dökülen ve kırlaşan
saçlarınla, tüm yoldaşların sana "dayı" diye hitap ediyorlardı. Oysa
sen "bizim bir dayımız var. Bana dayı demeyin" diyordun. Bu tavrın,
önderliğe olan sevgin ve önderliğin şahsında "Dayı" hitabının
yüklediği misyonu çok iyi biliyordun. Mustafa yoldaş;
kocaman ellerin, uzun kollarınla, emekçi özelliklerinle bir sıra neferiydin.
Yoldaşlarına olan sevgini uzun kollarınla bağrına basarken anlamamak mümkün
değildi. Sessizdin. Pek öne çıkmazdın. Ama konu devrimci hareketin çıkarları
olduğunda sözünü sakınmazdın. Hacattepe Beytepe'deki DEV-GENÇ çalışmasının her kademesinde emeğin
oldu. Her çatışmada, her eylemde en önde yürüyenlerimizdin. Bir an olsun
tereddüde düşmedin. "Nerede görev almak istersin?" diye sorulduğunda
"Bana hareket ne görev verirse onu yaparım, ama gerilla olmak, dağlarda
savaşmak istiyorum" diyordun.
Sen birçokları gibi eksikliklerine, zaaflarına
yenilmeyen yoldaşımızdın. Her zaafa düştüğünde ayağa kalkmasını bilen, iç
düşmanla savaşmasını bilen, kariyer, konum derdi olmayan örnek bir yoldaşımızdın.
'90 yılında, okul değiştirmek için tekrar sınava girerek SBF'ye
geldin. Cebeci Komitesi içerisinde yer aldın. Körfez Krizi döneminde, "Ortadoğu
Ortadoğu Halklarınındır" şiarıyla başlatılan kampanyada büyük emeğin
geçti. Bu kampanya döneminde bildiri dağıtırken kapısını çaldığın polisin eline
bildiriyi tutuşturduğunda polisin bildirinin altında Devrimci Sol Güçler
imzasını gördüğünde korkuya kapılıp panikle "yetişin teröristler gelmiş",
"yakalayın" diyerek yaygarayı bastığında çıkan arbedede duvardan atlarken
yaralanmış olmana rağmen üst sokakta bildiriyi dağıtacak kadar korkusuz ve
görevlerine bağlı bir yoldaşımızdın.
'90-'91 öğretim yılı alternatif üniversite açılış
şenliğinde birçok yoldaşımızla birlikte gözaltına alınıp tutsak düştün.
Tutsaklığın süresince kendini yenileyerek çıktın. Birçok geçici yol arkadaşın
tek tek safları terkederken
sen yoluna devam ettin. Bir süre sonra özgürlüğüne kavuştuğunda Devrimci
Gençlik Dergisi Temsilciliği yaptıktan sonra gerilla olarak dağlara koştun. Bir
DHKC Gerillası olarak savaşarak şehit düştün. Sizi unutmadık. Unutturmayacağız.